Diyarbakır Rönesansı 1

19 Kasım 2013 Salı

İsmini değiştiren şehir

?Bölgedeki değişim çocuklara konulan isimlere yansıyor
Geçen bahar, 4. Diyarbakır Kitap Fuarı’na gittiğimde bir farklılık dikkatimi çekti.
Fuarı gezen okur sayısı 50 bini bulmuştu. (İstanbul’da 450 bin)... Bu, önceki yıla göre yüzde 30 artış demekti. Silahların susması, kitapları konuşturmuştu demek ki...
İlgi, büyük yayınevlerini de Diyarbakır’a çekmiş, katılan yayınevi sayısı 130’a çıkmıştı. Bunların 15’i Kürtçe yayın yapanlardı. Ama dikkatimi çeken farklılık bu değildi:
Kitap imzalatmak için gelen gençlerin isimlerine takıldım.
Önceki fuarlarda genellikle Türk isimleri söylenirdi.
“Oğuzhan”, “Türkkan”, “Savaş”, “Furkan”...
Muhtemelen gelenlerin çoğu, orada görev yapan askerlerin, öğretmenlerin ya da bürokratların çocuklarıydı.
Arada “Berfin”, “Helin”, “Berivan”, “Hivda”, “Siyabend” çıkardı. Adlarını doğru yazabileyim diye kâğıda yazarlar veya sessizce kulağıma fısıldarlardı.
Bu yıl daha gür sesle, iyice duyulacak şekilde söylediler isimlerini...
Savaşın ve dağın esintisini isminde taşıyordu çoğu:
“Şervan”, “Soreş”, “Çiya”, “Viyan”, “Asmin”, “Bahoz”, “Şilan”, “Beritan”, “Raperin”...
Son 20 yılda, adları “Demir”, “Devrim”, “Savaşçı”, “Dağ”, “İrade”, “İsyan”, “Güngeldi”, “Dağçiçeği” anlamı taşıyan gençler yetişmişti bölgede...
“Açılım süreci”, “Furkan”ları geri plana çekerken “Tekoşin”leri sahneye çıkarmıştı. “X”li, “W”lu, “Q”lu isimler kayda girmiş, yaşanan siyasal gelişmeler, yasalardan önce adlara ve adların söylenişindeki edaya yansımıştı.
Diyarbakır’ın muhafazakâr ve isyankâr ailelerinin çocuklarının evliliğinden ise çift isimli çocuklar dünyaya gelmişti: “Abdullah Agit”, “Yusuf Arjin”, “Muhammed Roni” gibi…
Bu yazı dizisinde bana rehberlik eden, Özgür Politika ve Özgür Gündem yazarı gazeteci, sinemacı dostum Özgür Amed (ismini söyleyince slogan atmış gibi oluyorsunuz) şu espriyi yaptı:
“Bu dönem çocuğum olursa ismini ‘Pêvajo’ koyacağım.”
Yani?
“Süreç.”
Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü ile görüştüm. Son birkaç ayda doğan çocuklarda “Aşitî” adı yaygınmış.
Diyarbakır’da şimdilerde herkes yarının “Barış” adlı çocuklarını bekliyor.

***

Yıllardır Diyarbakır’a ya bir çatışma haberiyle ya bir parti lideriyle gideriz.
Sıcak haberi verir, sabah ciğerini yer, döneriz.
Oysa şehir, bundan ibaret değildir.
Şehir, her kuşakta yaşadığı değişimi çocuğuna isim diye koyan, capcanlı bir organizmadır.
Bu yazı dizisi, uzun acıların ardından diline, ismine, neşesine kavuşan bir şehrin, silahların susmasının ardından yaşadığı müthiş değişimin ipuçlarını vermeyi hedefliyor.
Üstüne çöken kâbus dağılınca, kentte yeni bir hayatın nasıl su yüzüne çıkıp fışkırdığını belgelemeye çalışıyor.
Adı, hep savaşla, silahla, ölü sayısıyla anılmış Diyarbakır’ın, bu kez kitapla, türküyle, dansla, cesaretle uyanışına tanıklık ediyor.
“Müzakere” denilen siyasal buzdağının sosyokültürel yansımalarını inceliyor.
“Diyarbakır’ın Rönesansı” barışın ilk meyvelerini haber veriyor.

İsmi yasaklı kültür merkezi
?Cegerxwîn Kültür Merkezi, Diyarbakır’ın merkezinde bir sanat vahası...
Kürt kültürünün temellerinin öğretildiği bir başlangıç yeri olarak 4 yıl önce kurulmuş.
Paneller, sergiler, konferanslar hep orada düzenleniyor. Kütüphanesinde Kürtçe konuşan her bölgeden 10 bin kitap var.
Her bir atölye odasından, konser salonundan ayrı bir provanın, çalışmanın sesi geliyor.
Buraya “Cegerxwîn” adını vermek kolay olmamış tabii... İsmin içinde neredeyse tüm sakıncalı (!) harfler var. Bu yüzden yargılamaları hâlâ sürüyormuş.

Şanslı kuşak
Cegerxwîn Kültür Merkezi’nin yöneticilerinden biri, ünlü Kürt müzik topluluğu Koma Azad’ın solisti Şilan Dora... O da çokları gibi Mezopotamya Kültür Merkezi’nden yetişmiş.
Kafeteryadaki müzisyen gençleri işaret ederek iç çekiyor: “Onlar çok şanslı... Anadillerinde rahatça türkü söyleyebiliyorlar. 20 yıllık müzisyenim. Kendi dilimizde müzik yaparken hep zorluklarla karşılaştık. Kısmet bu kuşağaymış.”
Şimdi onların bir an önce yetişip hoca olarak göreve koşmalarını istiyor: “Barış süreci artık kültür sanatta da kendini göstermeli” diyor. Merkezde resim, sinema, tiyatro, müzik, halk dansları, edebiyat dallarında 250 öğrenciye 3 yıllık akademik eğitim veriliyor. 3-6 aylık atölye çalışmalarına katılanlarla birlikte geçen yıl 1500 öğrenci mezun olmuş. Mezunların yüzde 90’ı kadın...
Çoğu, öğretmen olmak istiyor. Ama Milli Eğitim’de çalışmak isteyen az. Buraya, kültür yağmacılığına karşı alternatif bir sanat eğitiminin filizlendiği sera olarak bakılıyor.
Kürtçe bilen, konservatuvar mezunu, kendi müfredatını oluşturabilecek hocalar yetiştiriliyor.

Kürtçe Hamlet
?Diyarbakır’da tiyatro geleneği çok köklü değil. 1910’larda Londra’ya turneye giden bir Ermeni tiyatrosu olduğu biliniyor.
Diyarbakır Şehir Tiyatrosu, 1990’da kurulmuş. Hep Türkçe oynamış. O yıllarda metinler Emniyet’e gönderilip denetime sokuluyor, düzeltmelerle geri geliyormuş. Polis, provaları kameraya alır, sakıncalı bir şey bulursa, oyunu iptal ettirirmiş.
2001’de Murathan Mungan’ın “Mahmud ile Yezida”sının bir sahnesindeki Kürtçe diyalogdan dolayı soruşturma geçirmişler.
Politik iklim yumuşayınca 2003’te Kürtçe repertuvar konmuş.
Her yıl bir Türkçe, bir Kürtçe oyun koymaya başlamışlar. Yine Mungan’ın “Taziye”sini Kürtçe oynamışlar.

Türkçeye veda
Son 3 yıldır Türkçe, repertuvardan kaldırılmış; artık sadece Kürtçe oynuyorlar.
15’i oyuncu 30 çalışanı ile Belediye tiyatrosu, her sezon üç yetişkin, bir de çocuk oyunuyla perde açıyor.
Bütün bölgede kurumsal olarak Kürtçe tiyatro yapan, standart kadrolu tek sahne bu...
2010’dan beri her yıl Kürtçe oyun yarışması düzenleyerek repertuvarı genişletmeye çalışıyorlar. Klasiklerin yanı sıra güncel oyunlar da sergilemek istiyorlar
Geçen yıl 1. Diyarbakır Tiyatro Festivali düzenlendi. Büyük ilgi gördü. Süleymaniye’den Dohuk’tan amatör gruplar geldi. Diyarbakır Şehir Tiyatrosu da oralarda perde açtı.
Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeni Rüknettin Gün, DTCF’li bir Diyarbakırlı...
Klasikleri Kürtçe sahnelemeleriyle gururlanıyor.
Bu yıl Lorca’nın “Kanlı Düğün”ünü oynuyorlar.
Geçen yıl, ilk Kürtçe “Hamlet”le büyük sükse yaptılar.
Shakespeare’in klasik eseri, Kawa Nemir tarafından ilk kez Kürtçeye çevrildi. Oyun, Celil Toksöz tarafından sahneye kondu.
Dünya prömiyeri Amsterdam’da yapıldı. Sonra Stockholm’de oynandı. Ardından Dicle Üniversitesi’ne gelip Diyarbakırlılarla buluştu. Hep kapalı gişe oynadı.
Gün, “Biz klasik değil, Kürdi bir Hamlet yaptık. Bölge kültürüne sadık kaldık. Oyun, kostümlerinden, şarkılarına kadar Kürt coğrafyasında geçiyor gibi yorumlandı” diyor.  

Kürt operası arayışı
Hasankeyf’te bir “Kürt orkestrası” var. Batman Belediyesi tarafından, Kürt müziğinin yaşatılıp geliştirilmesi, tanıtılıp kayıt altına alınması ve dünyaya duyurulması amacıyla, 20 enstrüman ve 24 koristle kurulan “Hasankeyf Orkestrası”, geçen Nisan’da faaliyete başladı. Açılışta Kürt opera sanatçısı Mizgin Tahir, Kurmanci, Dımılki ve Sorani lehçelerinde parçalar söyledi. Tahir, Suriyeli bir müzisyen... Kamışlı doğumlu... Şam Konservatuarı’nda Rus hocalardan eğitim almış. Öğrenciyken “Figaro’nun Düğünü”nü Almanca ya da İtalyanca izlediğinde “Bir gün bu operayı Kürtçe izleyebilecek miyim” diye düşünürmüş hep... Dengbej babasının yerel ezgileriyle Batı’nın evrensel müziğini buluşturma ideali, onu 2010’da Diyarbakır’a getirmiş. Şimdi Diyarbakır’da ve Hasankeyf Orkestrası’nda şan dersleri veriyor. Bir yandan da kendisine ait ilk Kürt opera bestesi üzerinde çalışıyor.  

Diyarbakır kendi dizisini çekiyor
?Geçen mayısta Diyarbakır’da belgesel film festivali “Film Amed”in üçüncüsü düzenlendi. Paris’te öldürülen üç PKK’li kadına adanan festivalde Irak, İran, Suriye’den katılanlarla birlikte 47 film, ilk kez gösterildi. Açılış gecesi oradaydım; salonda oturacak yer yoktu. Festivalin düzenlenmesine omuz veren Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği’nden İbrahim Yıldırım, “Önceleri Kürt sinemacılar örgütlü değildi, ağırlıkla İstanbul’a gidiyorlardı. Çözüm sürecinden ve mücadelenin yön değiştirmesinden sonra şimdi bölgede kalıyorlar; bu da film üretimini artırıyor. 2000’den beri tam bir patlama yaşanıyor” diyor. Atölyelerden yetişip İstanbul’a gidenlerin sayısının artmasıyla sektördeki eğitimli Kürt sinemacılar da çoğalmış. Böylece, kendi tabirleriyle “AKP yörüngesinde ilerleyen Kürt sinemacılar”a alternatif yaratmışlar. “Film Amed”in her yıl uluslararası versiyonu da düzenleniyor. Bu arada Batman’da “Yılmaz Güney Kısa Film Festivali”nin 4.’sünü yapmışlar. Van’da “Axtamara Film Festivali”nin ilki de başlamak üzre...

‘Dağ sineması’
İçeriğe gelince: Diyasporadaki Kürtlerden (Avrupa’daki 17 farklı Kürt filmleri festivalinden) çoğunlukla sürgün psikolojisini yansıtan filmler geliyor. Türkiye’den gelenler, ağırlıkla dil ve savaş koşulları motifli... “Belleği diri tutmak” amaçlı, “Dağ sineması”... Irak filmleri ise daha estetik... Atölyedekiler, “Onlar özgür olduğu için kaygıları farklı” diyor. En hoşa gitmeyen şey, “Size film yapmaya geldik” havasında bölgeye dizi ya da film çekmeye gelenler... İstanbullu yönetmen ve oyuncuların halkı ve kültürünü tanımadan bölgeyi dekor olarak kullanmaları tepki çekiyor. “Kültürel yağmacılık” sayılıyor. Atölye bunun üzerine “yerli üretim”e başlamış. Geçen yıl, Roj TV’ye 50 bölümlük bir sit-com çekmişler. Artık perdede de Türk filmlerine alternatif bir sinema var.  

Yarın: Kadın hareketi ve LGBT


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları